1999-2000 Sezonu

 

LİKYA’dan HALDİYA’ya ANADOLU

 

Araştırma: Naci ASLAN – Pınar UYSAL

Sahneye Koyan:   Naci ASLAN


Reji Asistanı: Pınar UYSAL

 

 

OYNAYANLAR

 

Canberk HACIBALOĞLU
Ufuk ANIL
Yaşam KIZILDAĞ
Didem KOÇAK
Merve ÇIRAK
Beril ÖZBAY
Bilgen CEBİR
Duygu TAYLAN
İdil Işil SALAR
Bora Alkan YILDIRIM

 

 

İkinci Sahneleme

 

Ufuk ANIL
Canberk HACIBALOĞLU
Zeynep ESKİ
Melis MANİ
Rüya KOMAN
Pınar ÖKTEM
Sine ERGÜN
İlkay BAYATLI
Derya TUNCEL
Bora Alkan YILDIRIM
Ayben BOZDOĞAN

 

YARADILIŞ

 

Yılları sayılamaz çok çok eski bir çağmış,
Gökler sanki delinmiş, çok çok yağmurlar yağmış,
Dünya sele boğulmuş, bu şiddetli yağmurla,
Yeryüzü hep kaplanmış, sürüklenen çamurla,
Sellerin önündeki çamurlar bir yol bulmuş,
Ulu bir dağ’da bir mağaraya dolmuş,
Mağaranın içinde, kayalar yarılmışmış,
Yarıkların bazısı, insanı andırırmış,
Kayaların yarığı, insan kalıbı olmuş,
Kalıpların içi de, kille, çamurla dolmuş,
Aradan zaman geçmiş, yıllar asırlar dolmuş,
Saratan burcu derler, bu burca gelmiş güneş,
Havalar çok ısınmış, ateş ile olmuş eş,
İnsan kalıbındaki su ile toprak pişmiş,
Onlara göre sanki, mağara bir kadınmış,
Güneşin ateşiyle, su ile toprak pişmiş,
Dokuz ay süreyle de, serin bir rüzgar esmiş,
Su, ateş, toprak, rüzgar, Dört Unsur derler buna,
Bunlar temel olmuşlar ilk insan vücuduna,
Tam dokuz ay geçince, bir insan çıkıvermiş,
Nedense adını da, ‘Ay-Atam’ alıvermiş,
Ay-Atam adlı ata, göklerden yere inmiş,
Bu yerin suyu tatlı, havası da serinmiş,
Sonra başlamış yine, büyük seller yağmurlar,
Mağarayı doldurmuş, yine killer, çamurlar,
Sünbüle denen burca, güneş de gelmiş inmiş,
Bu burçsa Saratan’dan, daha aşağı imiş,
Güneş alçak burçtayken, yeniden toprak pişmiş,
Birincisi Ay-Ata, nasıl idiyse kişi,
Bu ikinci insan da, yaratılmıştı dişi,
Ay-Va demişler herkes bu dişinin adına,
Ay-Yüzlü anlamına, böyle denmiş kadına,
Ay-Atam ile Ay-Va birleşip evlenmişler,
Kırk çocuk doğurmuşlar, toplanıp derlenmişler,
Kırk çocuğun yarısı, nasılsa erkek doğmuş,
Diğer yarısı ise, tesadüfle kız olmuş,
Evlenmişler çocuklar, nesilleri bolalmış,
Soyları büyüyerek, ulusları çoğalmış,
Anne ve babaları, zamanla ölüp gitmiş,
Çocuklar mağaraya, onları gömüp gitmiş,
Ama bu mağarayı, hiç kimse unutmamış,
Hiçbir kutsal şey, onun yerini tutmamış,
Altın kapılar ile, kapamışlar ağzını,
Çiçekle süslemişler, mağaranın yanını…

 

 

 

‘Yaradılışta gökler delinmiş çok çok yağmurlar yağmıştı.’
Her şeyin can damarı olan, toprağın ve insanın açlığı su … 

 

Ülgen (Göktanrı) kutsal olan suyu koruması için, ruhlar ve insanlar arasında aracı rolünü oynayan hekime; Şaman’a verdi.

 

Şaman suyun kudretini parmaklarının arasından akıtıp, Kartal ve Turna’yı kutsadı. Artık yardımcıların görevi, yerde ve gökte, kutsal suyun ışığının güvenlikte olmasını sağlamaktı: Nöbet tuttular.

 

Oysa ki Kara (Şeytan) insanı hep yoldan çıkarmıştı. Kara, Kartal ve Turna’yı öldürüp suyu çaldı. Nöbetçiler Erliğin karanlığında tutsak edildiler.

 

Yağmurlar kesildi, toprak çatladı, yaşam durdu. Halkın tek çaresi, ata ya da akraba ruhlardan aldığı kuvvet ve ilhamla kötünün elinden suyu alarak, kutlu nöbetçilere geri verebilecek Şaman’dı. Halk ağıtçısını getirdi, yedi saç örgüsünü tek tek çözüp yasını, acısını dağıttı.

 

Şaman geldi, en derin nefesini alıp, en iyi dansını yaptı. Yedi kat yoldan aştı, yedi kere yüzünü içine döndü. Kara ile savaştı, ruhları geri aldı.

 

Sonra Kartal ve Turna’yı diriltti.

 

Şaman kurumuş parmaklarını öncü yaptı, halk dua etti. Kartal ve Turna yedi kere kanat çırptı gök gürledi, yağmur  yağdı: Ülgen yakarıyı kabul etmişti.

 

Doğa yeşillendi, bolluk ve bereket geldi. Halk kendini ak’ladı… Ak olan emeğinin ürününe kavuştu.


Halk, serin esen rüzgara döndü yüzünü, şükran sundu Ülgen’e.

 

Kara ise başka bir zamanda ve başka bir yerde, insanoğlunu yeniden sınamak için bu olağanüstü şükran ritüelini izlemekteydi.

 

Ak ve Kara hep var, var olacak …

 

Ölüp dirilerek sınanacağız insanoğlu olarak yağmurun bıraktığı izde, özgürlüğümüzü …